Viyana tarihin, müziğin, modernizmin harmanlandığı eşsiz bir şehir, Kaan İncili, PD okurları için gezdi ve yazdı

Kaan İNCİLİ

Bir kent ki müziğin kalbi burada atıyor. Bir kent ki imparatorluk zarafetiyle gündelik hayatın sıcaklığı tıpkı sokakta buluşuyor. Avrupa’nın göbeğinde, Tuna Irmağı kıyısında kurulmuş bu başşehir, tarih boyunca sanatın, bilimin ve siyasetin kalbi olmuş. Lakin bugün Viyana’ya gittiğinizde göreceğiniz şey yalnızca saraylar, kiliseler ya da müzeler değil; birebir vakitte yaşayan bir kültür, gündelik hayatın içindeki incelik ve zarafet.

İlk durağımız Ringstrasse. İmparatorluk saraylarını, devlet operasını, parlamento binasını ve kütüphaneleri çevreleyen bu ihtişamlı bulvar, Viyana’nın kimliğini birkaç kilometreye sığdırıyor. Bir yanında Hofburg Sarayı, başka yanında neo-gotik St. Stephan Katedrali yükseliyor. Bu meydanlar, yalnızca fotoğraf için değil, tarihin içinde yürüyormuşsunuz hissi için de kıymetli.

Viyana’nın kalbi elbet Stephansplatz. Kenti adeta bir pusula üzere ortalayan bu meydanın ortasında yükselen Stephansdom, kentin simgesi. 136 metreye uzanan Güney Kulesi’ne çıktığınızda tüm Viyana ayaklarınızın altında. Çatıdaki rengârenk çiniler, hem göze hem ruha hitap ediyor. Burada günün her saatinde bir hareketlilik var; bazen at otomobilleriyle gezinti yapan turistler, bazen de elinde kahvesiyle işine yetişen Viyanalılar…

Mimari açıdan bakıldığında Viyana, adeta bir açık hava müzesi. Gotik Stephansdom’un akabinde barok Schönbrunn ve Belvedere sarayları, akabinde klasikist parlamento ve neo-rönesans opera binasıyla yüzyıllar ortasında seyahat yapıyorsunuz. 19. yüzyılda inşa edilen Ringstrasse, adeta imparatorluğun mimari vitrini. Lakin Viyana yalnızca tarihe takılıp kalmıyor; Otto Wagner ve Adolf Loos üzere mimarların öncülük ettiği modernizmle birlikte kentte Arka Nouveau (Jugendstil) dokunuşlarını da görüyorsunuz. En uygun örneklerinden biri Gustav Klimt’in de yapıtlarıyla ilişkilendirilen Secession Binasıdır; üzerindeki altın yapraklı kubbe Viyana’nın sanatla bütünleşen yüzünü simgeler.

Hofburg Sarayı’nın çabucak içinde yer alan İspanyol Binicilik Okulu (Spanische Hofreitschule) ise Viyana’nın en özgün tecrübelerinden biri. 450 yıldır süren gelenekte, ünlü Lipizzaner atlarının klasik şovlarını izlemek, sadece bir binicilik değil, adeta bir sanat performansı. Şık müzik eşliğinde atların dansını görmek, kentin müzik ve zarafetle yoğrulmuş ruhunu en uygun formda yansıtıyor.

Şehir, yalnızca tarihi binalarıyla değil, parklarıyla da nefes aldırıyor. Bilhassa Stadtpark, hem sabah yürüyüşü hem de Johann Strauss’un altın rengindeki heykeli önünde bir fotoğraf için harika. Biraz daha geniş bir yeşillik arıyorsanız, imparatorluk bahçeleri olan Burggarten ve Volksgarten sizi bekliyor. Biri Mozart’ın heykeline mesken sahipliği yaparken, başkası güllerle dolu şık bir cennet. Tuna Irmağı kıyısında yer alan Prater Parkı ise hem koca çınar ağaçları altında bisiklet sürmek hem de ünlü dev dönme dolapta (Riesenrad) tüm kenti seyretmek için ülkü.

Ve sanatçılar… Viyana’ya damgasını vuran isimlerin sayısı o kadar çok ki, kent aslında onların ayak izleriyle yaşıyor. Müzikte Mozart, Beethoven ve Haydn, Viyana’yı sadece Avrupa’nın değil, dünyanın müzik başşehri haline getirdi. Johann Strauss’un valsleri, bu kentin kalp atışlarıdır. Ressam Gustav Klimt’in “Öpücük” tablosu hâlâ Belvedere Sarayı’nda aşıkların önünde fotoğraf çektirdiği bir başyapıt. Egon Schiele, Otto Wagner, Freud ve Wittgenstein üzere fikir, sanat ve bilim insanları, Viyana’yı çok boyutlu bir kültür merkezi yapmaya devam ediyor.

Şehir tıpkı vakitte müzeleriyle de bir hazine. Sanat tarihinin en değerli koleksiyonlarından birine mesken sahipliği yapan Kunsthistorisches Museum, Bruegel’den Vermeer’e kadar eşsiz tablolarıyla sanatseverleri büyülüyor. Daha çağdaş bir şey arıyorsanız, MuseumsQuartier’deki Leopold Museum, Egon Schiele ve Gustav Klimt yapıtlarıyla çağdaş sanatın ruhunu sunuyor.

Viyana’yı yaşamanın en hoş yollarından biri de kahve konutları. Café Central, Café Sacher, Café Demel… Her biri bir tarih, her biri bir gelenek. Ahşap mobilyaların ortasında gazetenizi okurken, yanınızda ince porselen fincanda gelen kahve ve yanında Sacher Torte dilimi… İşte Viyana’nın gerçek ritüeli budur.

Akşam olduğunda Viyana bir öteki yüzünü açar. Gürültüden uzak, şık fakat bir o kadar da canlı. Innere Stadt’ın dar sokaklarında klasik müzik tınıları yankılanırken, Gürtel bölgesindeki barlar gençlerle dolup taşar. Naschmarkt etrafı ise hem akşam yemeği hem de geceye devam etmek için en yanlışsız adreslerden biri. Bir tarafta klâsik şinitzel ve şarap meskenleri, öbür tarafta çağdaş kokteyl barları… Viyana’da gece, herkese nazaran bir şey barındırır.

Tatmadan Dönmeyin: Wiener Schnitzel, Apfelstrudel, Sachertorte, Heuriger şarapları, Wachau bölgesinden bir beyaz şarap, Viyana kahvesi

Görmeden Dönmeyin: Stephansdom ve Stephansplatz, Hofburg ve Schönbrunn Sarayları, Kunsthistorisches Museum, MuseumsQuartier, Stadtpark ve Prater, İspanyol Binicilik Okulu, Secession Binası

Ertelemeyeceğiniz tek hayaliniz, sizi farklı ufuklara götürecek yeni seyahatler olsun.
Sevgiyle kalın.

patronlardunyasi.com